3 Ekim 2008 Cuma

.çamaşır mandalı.




2008-2009 eğitim ve öğretim yılına hızlı bi girişten sonra evet yalan söylüyorum bi aralık bulup elbetteki sana yazabilirdim fakat ben ne yaptım kaçtım kaçtım popomla beraber yayıldım yazmadım kaçtım.Yani o yüzden yok efendim süper sonik bi yoğunluk içerisindeydim o yüzden şundan bundan dolayı yazamadım demicem,diyemiceğim.Bu arada elbetteki yoğundum yapıcak işlerim tabiki vardı.Kendimle olan bu çelişkimden sonra mandallarla olan münasebetim geliverdi aklıma.Daha boyumun çöp konteynerlerine yeni yeni yetiştiği o zamanlar da bu mandallarla kendime çadır yapardım.Sadece bi köşe yeni çadırım için yeterli olup,saatlerce onunla uğraşmama yeterdi.Zorluklarla uzun uğraşlar sonunda tutturup içine dalış yapar tam keyfini sürücekken mandalın biri oyun bozanlık yapıp yerini ok gibi terk ederdi onu kıskanıp diğerleride kendini yere atmaya başlardı.Ama pes etmek yoktu,üşenmeden saatlerce tekrar tekrar ve tekrar yapardım.Sonunda tam işleri yoluna koymusken o çöp konteyneri boyutundaki bedenim yorgun düşer uykunun kollarında bulurdum kendimi ister istemez.Kısacası mandallarla olan münasebetim bayağı bi gerilere dayanıp aramızda güçlü bi inat ve savaş barındırmaktadır. (istemeye istemeye de olsa konteyner yazmak durumunda kaldım imla kılavuzları halbukı konteynır yazılsa konteynırrr)

9 Eylül 2008 Salı


Cümleme sevgili bloğum diye giriş yapmak istiyorum.Ayrıca arada çok kaptırıp gerçekte var olan bi canlıymışsın gıbı sohbete yelken açtığım anlarda kendimi biraz noksan hissetmeme neden oluyosun onuda demeliyim.Gelelim esas konuya,fotoğraftada görldüğü gibi güneş batımına yakın süzülen ışıkları pek bi seviyorum.Kışın,sonbaharda mesela öğle 4,5 saatleri arasındaydı sanırsam bu görüntü yakalanıverir.Güneşi bu konum ve saat aralıklarında yakalamış olursak çekilen fotoğraflar bile daha bi güzel sıcak olmakta.En azından ben bunun kanısındayım.

16 Ağustos 2008 Cumartesi

.Tatil.


evet...İnsan bi süre yazmayı bırakınca nasıl nereden başlayacağını bilemiyor.Tatilimi yapıp,yazın büyük bi bölümünü geride bırakıp kafamda kışın planlamasını yapakoyuldum.Yavaş yavaş yazın bitmekte olduğu hissiyatına kapılıverdim.Çoğu kimseler yaz sonu üzülüp yapamadıklarına yansalar da ben bu durumdan büyük bi keyif duyuyorum.Şöyleki zaten kış sever bi şahıs olduğumdan mütevellit hemencecik sonbaharıda atlatıp özlem giderme isteği içerisindeyim.Tatil vesilesiyle karayolu yolculuğunun dibine vurdum.Her ne kadar insanın ayakları bi süre sonrası şişme, uyuşma gibi reaksiyonlar göstersede her haliyle keyifliydi.Sabaha karşı etraf yeni yeni aydınlanırken koca koca tarlalardan geçmek,sayamadığım kadar ev,yol çizgileri,meyve ağaçları, taşlı topraklı kocaman dağlar...Molalarda derin derin nefes almak,hiç bi zaman göremediğim cır cır böceklerinin sesleri,sabahın 5:30nda yediğim ve muhtemelen aklımdan hiç çıkmıycak hamburger ve bi dolu şey daha belleğimde yerlerini bulup aralara sıkıştılar.Cama kafayı yaslayıp yol çizgilerini takip ederek uykuya dalmak özlenesi,tekrar edilesi bi yolculuk keyfi.Arayı bu kadar açmamayı dileyerek bu yazımıda bitiriyorum.

10 Temmuz 2008 Perşembe

...Bulutlar.




bulutlar..Bakmaya doyamadığım,kafamı kaldırdığımda farklı farklı şekillerde ama hep aynı güzellikte öylece duruverirler.Bulutları sürekli pamuklara benzetirim.Gerçi bu gayet doğal bi çağrışım.Şöyle ki; küçükken yapılan resimlerde hep bulutları pamuktan yapıp yapıstırırdım.Sonra bide kış resmi yapardım.Pamuktan karlar,kardan adamlar.Gökyüzünde hiç bulut olmayan günlerde yukarıya gözlerimi dikip bakmak pek cazip gelmiyor.Bugün bir sürü bulut gördüm.Uzun uzun izledim önce bütündüler,ayrıldılar yavaş yavaş küçüldüler.Sanki bi film seyrediveriyormuşum gibi hissiyata kapıldım.Her yerde aynı oluşu yüzünden seviyor olabilirim.Belkide her insan kafayı kaldırdığında aynı görüntüyle karşılaştığı için,nihayetinde bulut işte gökyüzü işte.Sanki herkesçe tek ortak payda.




7 Temmuz 2008 Pazartesi

!Polaroid film üretimi durdurulmasın!

Şunu farkettim ki,sanırsam ilk zamanlardaki şevk,istek konularında fazlaca düşüş yaşamışım.Eskiden günde birden fazla gönderilerde bulunurken, araya günlerin girdiğini görünce 'napıyorsun mongo fışık 'dedim.!Seni takip eden bu kitleye!'(eş,dost büyük kitledir.)Neyse diyerek hayatımda aldığım en 'boktan' haberlerden birisini içim parçalana parçalana paylasmaktayım.Bir zamanların sektörü kasıp kavuran şip şak şip şak 7 den 70e herkezlerin elinde olan,hatta olmayana pis pis bakılan siyah beyaz reklamlarıyla gönüllere taht kuran Polaroid firması tamamen üretimini durdurmuş.Bu nedir yahu!Nedendir,neden...Şuan fazlasıyla isyankar cümleler zinciri oluşturabilicek kıvamdayım.Ama hala içimde birileri bu işi bırakmıcak,tutup biz üretelim be, yazık buda bi mirastır bi kültürdür diyecek diye beklemekteyim.Son kalan filmleride varımı yoğumu toparlayıp, alma planları yapmaktayım. Netice olarak sarı kız artık dilediğince çekemeyivericek.Ya birileri bu işin ucundan tutuversin ya da artık zaman makinesi icat edilsin,bulunsun bişiyler yapılsın artık.

2 Temmuz 2008 Çarşamba

seyirlik




...Yolculuk


Bu yazıyı en azından şuana kadar hiç çıkamadığım,yapamadığım yolculuklarıma ithafen yazıveriyorum.Yapmayı dilediğim iki farklı yolculuk olarak; biri interrail diğeri aslında tercihim chevy bi karavan ama karavan olsun taştan olsun mantığıyla gidersek, biride karayoluna münhasır güzel bi karavan yolculuğudur.Yolculuğu yapmanın yanı sıra, o hazırlanış evresinde ayrı bi heycan, mutluluk getirisi vardır.Şöyleki,yola çıkılmadan önce toparlanan eşyalar,yolculuk planlamaları,yolculukta dinlenicek müzikler,okunucak kitaplar,dergiler... En güzeli sabaha karşı yola koyulmaktır.Yola koyulmadan önceki gece düşünmekten ve o tuhaf heycandan ötürü bi türlü uyuyamam.Yumuşak bi yastık,bebeklikten kalma küçük bi battaniyeyle karavanımı gerekli,gereksiz bi dolu eşyayla kaplıycağıma eminim.Yol kenarlarında kendin pişir kendin yeler yapıp,sarı kız(polaroid makinam) ile beraber daha öce görmediğimiz yerleri şıpıdıp şıpıdıp çekerekten ölümsüzleştirivericez.Alında hiç bi zaman planlamalar hayata geçirilemez, zaten zevkli kısmı yolculuğu önceden hayal etmek,çıktığında aslında çok farklı olduğunu görüp heycanla olucakları yaşamaya koyuluvermek.Son olarak yolculuğuma başlarken the beatles goodbye şarkısını dinleyerek mırıldana mırıldana gidiveriyorum. . .

bir söz:varacağınız yerden çok yolculuğun kendisidir bazen anlamlı olan.

30 Haziran 2008 Pazartesi

London(GB)




.kaktüsgiller.


Kaktüsgiller.Eskiden iki tane kaktüsüm vardı.Sonra nolduysa bilemiyorum çürüyüp gittiler.Şimdilerde gene almak istiyorum.Tombiklerinden,uzunlarından bu sefer daha bilinçli bakıcam onlara.Renkli renkli metal kovalardan alıp içlerine koyucam,bi kaç bitki daha alıp teyzeler gibi onları sularken konuşup yerleri hakkında sorular surucam.Aslında kendime zor bakarken bitkilerle nasıl uğraşıcam bende bilmiyorum.Camın önüne dışarıya koyuveririm,kışında pencerenin önüne yerleştirdim mi bence bu sefer bitki konusunda başarıya ulaşabilirim. Kaktüsgillerin bu kadar kalabalık olduğunuda bilmezdim. Bayağı bi çeşit barındırıyorlarmış.


1977 paris...


Uykuluk...


Gecenin bi körü.Daha fazla ne kadar otururum,dayanırım bilemiyorum.Şu sıra sabahın erken ışığını selamlamadan uyumuyorum.Sanırsam uyuyamıyorum.En güzel saatlerden birisi olan (sabah)5 geliverdi aklıma.Daha yeni yeni ışıldayan hava etrafın okadar sessiz ve sakin görünmesi,sanki öğlen şehir curcunası hiç olmıycakmış gibi bi hissiyat kaplatıveriyor içimi.Sonra işte tam o sırada camın kenarına gidip depp deriiin bi nefes almak icap eder.Kollarımı yana açarak pilimin yavaş yavaş bittiğini hissetmekte olurum.Malak malak bakınırım etrafa.Bişiyler görüceğimden değil ama kedilerin bile çöpleri nasıl karıştırdığını incelerim.Çünkü up uzun bi günü geride bırakırken olabildiğince fazla şey sığdırırım kafama.Ve kollarım yavas yavas kucaklaşma halini alır.Uykunun en güzel olan kısmına balıklama dalıp kafayı yastığa koyduğum anda gidiveririm.O erken saatlerde bazen kendimi ekstralardan gelen, sabahın ilk ışıklarına kadar boynunda o kocaman tüyüyle beraber şarkı söylemiş,sonunda kendini eve atmış insanlar gibi hissederim.Ve günü ilk gören benmişim gibi mutlu bi hisse kapılırım.Son olarak şunu derim ki uyumak güzeldir.Hele bide ziyadesiyle yorulup pili bitirdikten sonra...

29 Haziran 2008 Pazar

Amsterdam(NL)




.Yım Yımmm.


Immm.Yumurta...Bazen insanın karnı hiç doymıcakmış gibi acıkır.İşte öyle zamanlarda tüm kararlılıkla mutfağa yönelinilir.Belkide sizin bile bilmediğiniz aşçılık hünerleriniz,annenizin yemekleriyle boy ölçüşebilicek şeyler çıkıcaktır.Hevesle buz dolabının kapağına yapışılır ve o esnada yüze çarpan sadece boşluktaki serinliktir.Sizi bir paket margarin,(eğer kek yapmıycaksanız mutlaka vardır çünkü ne zaman kek veya tatlı yapmaya kalksanız süt ve margarin sıvışıp gider aramadığınız bir sürü şey dolaptadır ama onlar sizi bakkala çakkala sürüklerler)bozulmaya yüz tutmuş peynir,3-5zeytin karşılar.Ama kendilerine has o yuvarlaklarda oturmuş bekleyen yumurtalar mutlaka olurlar.Ve işte hayat kurtaran yemek işte yumurta en kolayı ve nedense insan böylesine basit yapılan şeyi sanki sadece kendisi bu kadar güzel yapıyormuş gibi hisseder.Kendimden yola çıkarsam yumurtayı çırparken bile sadece ben okadar köpüksü hale getiriyorum diye düşünürüm ve gaza gelir daha hızlı çırparım.Bence her insanın yumurta yapışı farklıdır.En kolay hayat kurtaran cinsi ise omlettir.İçine bulduğum baharatları katarım hatta yeşillik varsa onlarıda.İşte ozaman size özel hazırlanmış farklı bir öğün gibi gözükür.Ve fotoğraftaki gibi porselenler.Bilmem insanın gözünün doyması bunlarla sağlanıyor olsa gerek.Ardından gözler kola aramaya başlar.Dolabın köşesinde bi şişeye tıkılmış öylece bakan sudan başkası değildir ve muhtemelen o özel yumurtalık bölümünün altındaki kendi yerinde bekler oda.Madem okadar uğraşmışım kolamda yok ozaman en sevdiğim dolanmaçlı kırmızı pipetli bardağıma suyumu doldurur,o günlükte kendimi kurtarırım.
Bunlar yerine bakkala gidip ya da evet fast food olayına balıklama dalabilirim.Ama zaten içim çoktan çömelmiş olucaktır...Ve sloganımız: kendin pişir kendin ye!

28 Haziran 2008 Cumartesi

...




.Yuvarlak Baloncuklar.


Bu kadar sıklıkla yazıcağımı tahmin etmezdim.Ama sürekli aceleci davranmamdan dolayı buda hemencecik yazılsın, bitsin daha fazla yazıyım istiyorum.Tabii bu pekte fazla uzun sürmiğcektir.Bugün fazla yürümenin acısını daha yeni hissediyorum.Havaların ziyadesiyle ısınmasıda olaya çileği oturtmuş oldu.Yukarıdaki fotoğrafta görülen yuvarlaklar hani bi noktaya güneş ışığıyla beraber uzun süre baktığımızda gördüklerimizin ikizi gibiler.Sonra başka yerlere bakmaya başlayınca etrafta uçuşuverirler.Binlerce baloncuk uçuyor hissiyatına kapılırım,sonra deli gibi bi sağa bi sola bakınırım kaçışırlar bi tanesine odaklanmanıza izin vermezler.Sonra tam onlara alışırsınız farketmeden gidivermiş olurlar.Canım istiyorsa tekrar tekrar bakarım.Yüzlerce baloncukla beraber izlemeye başlarım etrafı.Bide eğer gözleri kısarak bakılırsa ışık tanecikleri yere doğru süzülüyor gibi olur.Böyle demişken farklı göz yanılmaları vardır.İşaret parmağımızı burun hizamızın azıcık yukarısına kaldırarak parmaklarımıza değilde arkdasına bakıp odaklanıldığında ortada küçük bi sosis varmış gibi gözükür.The scıence of sleep filminde bu olaya pekte güzel rastlanılır.Hatta filmde bi kaç bişey daha vardı sanırsam.Hafızam epeyli zayıflamaya başladı.Alzheimer beni kolları arasına almakta sanırsam.Son olarak the scıence of sleep filmi izlenmeli,izletilmeli...

Tombik sarı yuvarlaklar.

Evet.ilk cümleler,ilk başlangıçlar,ilk izlenimler...Kısacası ilkler hep farklı bir önem bulunduruverir.Ve bu ilk yazımda beim ilklerim nolucak nelerden bahsedicem en ufak bi fikrim yok.Sacmalamaca şeklinde gelişiceğini ise biliyorum.Koca bir tabak kayısı maceramdan sonra artık bişiyler yazmalıyım diye düşünmeye başladım.Aslında favori meyvem olmasada sıkıntının yedirici özelliği etkisine kapıldım.Bana bakan çekirdekleriyle biraz sonra dertleşicekmişim hissiyatına kapılıverdim.Az önce öğrendiklerime göre can sıkıntısını gidermesinin yanı sıra cildi güzelleştirip saçlara hatta kansere bile fayda sağlayan tombik sarı yuvarlaklarmış.Ve şöyleki aslında kendileri Çin kökenlilermiş.Değil kökeni,bazen yenilen şeylerin yetiştiği yer,yani yerden kastım ağaçtamı topraktamı toprağın üstündemi bazen tam bi kafa karışıklığına sebep olabiliyor.Sanırım bu konu benim kafamda epeyce sorun yaratmış.Genel olarak baktığımızda pekte anlamsız bir saçmalamaca olmadı gibi.Hee bide şeftaliyle olan münasebetim var.Neden insanlar üstündeki kabuğundan hoşlanmazlar,illede soyarlar.Neyse onuda sonra anlatırım belki...